23 Şubat 2011 Çarşamba

Hastalık durumları

Bu seneki keçi nelere ka'dir...

Aslında keçiden önce başlamıştı bu duygusal hallerim tam nedendir bilemiyorum belki de mevsimin getirdiği bir durum fakat bu aralar pek bir duygusal oldum. Başkalarına göre çekilmez kendime göreyse ağlayıp zırlamaktan keyif alır bir hal aldım. Tabi çekilmez olmamak için kimsenin yanında yapmıyroum bu ağlama hareketini. Zaten ota çöpe de ağlıyor değilim :) yok artık.

Az önce serviste how i met your mother (annenizle nasıl tanıştım) ın yeni sezonunun son izlemediğim iki bölümünü de bitirdim. İlki zaten cenaze sahneleri vs derken biraz hüzünlü ama buna rağmen güzeldi. Diğeriyse başından beri ısrarla bu bu bu bu diye üstünde durduğum zoey nin ted le ilişkisi olacağının kanıtlandığı bölüm. Romantik sahneler imkansızlıklar biraz hüzün biraz acı ama mutlu son her zaman melankolik bir keyif almışımdır bu sıralamadan.

Akşam da bir akraba ziyaretimiz var, son dönem devlet yönetiminin insanlara yaptığı en büyük haksızlıklarından birinin acısını bir nebzse paylaşmak için... İşte bu tür durumlar yüzünden Nil’in geleceğinden endişe ediyorum... Haziran’dan sonra kim bilir ne yapacağız...

15 Şubat 2011 Salı

Nil'in anne sevgisi

Dün Koray’ın Vodafone’daki ilk iş günüydü, 6 da annemlere geldi, süperdi.
Yemeğimizi yedik çıktık eve geldik daha ancak 7.30 olmuştu
Normalde o saatte yeni eve gelirdi eskiden olsa.
Eve gidince ben direk yattım uyudum
Koray da mandalina portakal greyfurt ne bulduysa toplamış marketten eve gelip sıkmış
Nil de anneee diye tutturdu
Koray da ama anne hasta yatıp uyuyacak dedi
Sen de yatacak mısın onunla deyince nil “hı hı...” dedi ve Koray koptu ama nasıl gülüyor J
Ya bu bıdık seni nasıl seviyor çok seviyor diye :)
Sahiden de yattı uyudu benimle.
Afacan
Ama azcık şifayı da kapmış heralde burnu akıyormuş bugün L
Ben de hafta sonu Ankara dönüşü Pegasus'umun nadide klimasından kapmışım şifayı üzerinize afiyet...

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Bu sezonki kurslarımızın da burada sonuna gelmiş...

Ne kursu olacak tabii ki fotoğraf kursu :))
(hocalardan biri mesela...)
Lakin yaz girdi araya geride kalacak bir süre hocasal yorumlar. Artık Nil'e daha çok vakit ayıracağım en azından öyle umuyorum. Aslında ayda yılda bir gidiyordum kurslara eğitimlere gezilere de ama yine de çocuk evde sefil oluyor ben geç geldiğimde. Sadece o da değil, Koray için de aynı şey geçerli. Sonra anneciğime kalıyor il ben geç geldiğim sürece ona da yazık. Bir de yüksek lisans var ki sağlık sorunları vs derken derslerden birinin vizesini kaçırdım. Yetmedi finali de kaçırdım zamansız yapmış hoca daha sömestr bitmeden. Diğer dersi de nasılsa bundan kalıyorum ortalama yerle bir düzelmez artık diye bırakıyorum. Sonuç: onca emeğin boşa gitmesi. Ama olsun elastisite dersinden öğrendiklerim bile yeter bana :))
Sıra geldi yaz tatilini nerede nasıl geçireceğimize... Şöyle hem bebekle rahat vakit geçirebileceğimiz hem de keyifle yüzüp eğlenebileceğimiz bir yer olsa keşke ama zor sanki hepsini bir arada yapmak en azından Nil bu kadar mini minnacıkken. Ama bütün yıl ki geçen sene de tatil yapmadığımızı sayarsak iki yıldır çalış çalış bu sene fazlasıyla hak ettik bence tatili. Elimizi dokundurmadan hiç bir şeye şöyle keyifli bir dinlenmeyi dört gözle bekliyoruz.
Bu arada fotoğraf kursuydu değil mi başlığımızın asıl kastı?
Hemen konuyu fotoğrafa bir tarafından bağlayayım.
Bugün Bahar ve Çağatay bize harika bir kahvaltı ziyafeti çekti. Yeni kameralarını da gösterdiler. Biz Canon'culara karşı Nikon'cu olmuşlar meğer :) Tek sorun henüz kullanmayı bilen yokmuş evde :)) D90 almışlar biraz kurcaladım, üzerindeki kit lense bayıldım bir kere. Hain planlarım var Canon'dan vaz mı geçsem diye sanki daha bir karışık olunca gözüme daha afilli göründü sanmayın Nikon'u. Vizöründen baktığımda gördüğüm ışığı Canon'da göremiyorum belki de bundan hoşuma gitti. Yoksa D90 la benim 450D min arasında zaten sınıfsal bir fark olduğunun ayrımındayım. Sadece bir acabada takıldım kaldım. Bu noktaya geldikten sonra lense yatırım yapmaya bir dur desem fena olmaz. Yoksa uzun vadede Canon lenslerimi satmak zorunda kalabilirim bile :( ki uğraşması zor... Aynen devam eldekilerle :))

8 Ocak 2010 Cuma

Zafere Kaçış (Escape to Victory)

Futbol üzerine oturtulmuş muhteşem bir film. Neden muhteşem derseniz bu filmi Nilgün'le birlikte izledik. Normalde Nilgün futbol ile alakalı bir şeyi TV de görse 0.0000000000001 saniyede zaplar, konu oradan açılsa 0.00001 saniyede tepki verir :)) bütün bunlara rağmen 110 dakikalık filmi büyük bir keyifle ve heyecanla izledi. Nasıl oldu bilemiyorum fakat oldu :)) Bir de filimde Sytvester Stallone olmasına rağmen :))

Konuya gelince 2. dünya savaşı sırasında nazi kampında esirler ile alman milli takımın maç yapmasını anlatılmaktadır. aslında filim gerçek bir olaydan esinlenerek yapılmıştır. Bu da linki http://en.wikipedia.org/wiki/The_Death_Match (eminin Nilgün bu linki bile içinde futbol var diye okumaz :)))

Filimi götüren keyif veren kişiler kesinlikle Michael Caine ve Max Von Sydow. Ayrıca meşhur futbolcular olarak Pele, Ardiles, Paul Van Himst, Bobby Moore, Kazimierz Deyna görülebilir.

Peki kim kimdir;

Michael Caine - Yüzbaşı John Colby
Sylvester Stallone - Yüzbaşı Robert Hatch
Max von Sydow - Binbaşı Karl von Steiner
Anton Diffring - Radyo Sunucusu
Carole Laure - Renée
Gary Waldhorn - Mueller
Benoît Ferreux - Jean Paul
Clive Merrison - The Forger
Maurice Roëves - Pyrie
Michael Cochrane - Farrell
Zoltán Gera - Victor
Tim Pigott-Smith - Rose
Daniel Massey - Albay Waldron
Jean-François Stévenin - Claude
Futbolcular
Pelé - Onbaşı Luis Fernandez
Bobby Moore - Terry Brady
John Wark -Arthur Hayes
Osvaldo Ardiles - Carlos Rey
Kazimierz Deyna - Paul Wolchek
Søren Lindsted - Erik Ball
Paul Van Himst - Michel Fileu
Werner Roth - Baumann (Alman takımı kaptanı)
Mike Summerbee - Sid Harmor
Hallvar Thoresen - Gunnar Hilsson
Russell Osman - Doug Clure
Kevin O'Callaghan - Tony Lewis
Co Prins - Pieter Van Beck
Laurie Sivell - Schmidt (Alman Kaleci)
Robin Turner - Alman Oyuncu
Kevin Beattie - Sahada Michael Caine'nin yerine
Paul Cooper - Sahada Sylvester Stallone'nun yerine

7 Ocak 2010 Perşembe

kimileri yaşar kimileri coşar

Hani hepimizin etrafında vardır böyle insanlar,
Siz bir şey anlatırsınız günlük olağan şeylerden bahsedersiniz birden üzerlerine alını verirler hemen bir yarış hemen karşılaştırmaya başlamaca...
Ne olduğunu bazen anlamazsınız bazen de güler ya da ne bileyim belki sinir olursunuz.
Olur ya hoşunuza bile gidebilir ama işte ben hoşlanmıyorum bu insanlardan.
Yani neden bu yarış kime neyi ispat etme çabası?
Hep beraber yaşayıp gidiyoruz işte şu koca evrende. Sana mı yer yok sen de yaşa kardeşim ne olacak şu kenarda...
Ama olmaz hadi yarışacağız dıgıdık dıgıdık dıgıdık... :)))
Nerede olur bu insanlar? Metroda mı otoparkta ya da konserde markette falan mı?
Yok canıııım bilakis burnumuzun dibinde biterler... İş yerinde, arkadaş ortamında her yerde.
Ama bir de aile içinde olanları vardır tadından yenmez.
Derler ya hani atsan atılmaz diye, aynısı...
Mesela yeni bir işe başvurmuşsundur, tesadüf bu ya aaa beni de çağırdılar oradan diye bir laf gelir hemen arkandan. Başka bir yerden seni aramışlardır, ayyynısı onu da aramışlar ama işte o kabul etmemiştir.
İyi de neden ben anlatırken çıkar ki bunlar ortaya?
Sorarlar bir de anlatacağın yoksa bile; ee ne oldu şu yeni...
Sen anlatırsın iyi hoş alıştım işte şunu teklif ettiler vs diye aaaaa hemen laf maydonoz bana da bu kadar teklif ettiler ama tabi ben çoook önemli bi kişi olduğum için normal tabi işte sonra ben bi ara küstüm gitmedim işe de ondan sonra yalvar yakar ayaklarıma kapanıp dı dı dıt dıııtttt.....
Sanırsın genel müdür, zaten herkes öyle zanneder ki bi de inandırır da işte ben şöyle şık giyiniyorum emrimde şu kadar adam çalışıyo...
Ne oluyo ya :)
Danışmada durmuyo muydu ne vakit ne oldun sen diyeceksin neredeyse şuraya kadar gelir ama yook deme boş ver hazır gaza gelmiiş anlatıyor hııı hııı de geç anlatsın bi yerde durur belki durmazsa da napalım eğlen coş zaten içi boş :)
Bir de şu modeller var,
Sen deli gibi çalışıyosundur tesadüf bu ya aynı yerde çalıştığın bi uzaktan akraba vardır ama bölümler farklıdır.
Yine bir ortamda demişsindir çok yoğunuz ya bakalım işte bıdı bıdı...
Laf nasıl döner neresinden gider de ne anlaşılır bilinmez iki gün sonra eleman gelir bi de fırça çeker; yok işte orada burada çok çalışıyoruz diyormuşsun da bıdı bıd gören de bizi çalışma kampında sanacak.......!!!?????
Kalırsınız yani diyecek hiç bir şey yok...
E çalışıyorum ne yapayım????
Hani durumun rahatsız olacak tarafı da yok.
Kaldı ki bak işte ne güzel çok çalışıyormuşsunuz diye düşünsünler de işte istemediğin ortamlara katılmamak için çalışıyoruz bahanesini kullanabil...
Ya da ne bileyim acaba ben çalışmıyorum beni önemsiz pozisyonda sanacaklar diye bir kaygı mı var kim bilir..
Belki de hah hah haaah çok rahat çalışıyorum ama tonla para alıyorum heheyt diye de bir kaygı olabilir... Her şey olabilir ama yorum bile doğru düzgün yapamıyor ki insan...
Çalışma kampı...
Enteresan :))
Yani ne diyeceğini bilemiyorsun sonrasında çok konuşuluyor gülünüyor küçük çapta alay konusu oluyor yer yer espri aralarına sıkıştırılıyor ama işte anlamak zor bu tip insanları.
Hazım problemleri var desem ağır olur belki ama ne diyeyim güldürüyorlar beni diyeyim en iyisi.
Seyrediyorum sizi uzaktan :)
Çok komiksiniz :)))
Ama ben biliyorum söylediklerinizin yarısı kendinizin bile artık inandığı pembe yalanlar.
Sevgiler.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Vadaaa halay çeker mi?




Yaa hiç Vadaa lar halay çeker mi?
Hem de aalaaaasını çeker :))
Az önce seyrettim gülmekten yerlere yattım nasıl güzel olmuş bir de halay başı durmuş haydaaa diyeceğine vadaaa demiyor mu :D
Sper süper :))

The sims -> by nilgün

Koray bilgisayar oyunlarıyla ilgili yazısında sims'i yazma zevkini bana bırakmış, süper :)
Piyasaya ilk çıktığı yıllarda bile gece yarılarına kadar bilgisayar başında gözlerimiz şişip kızarana kadar aman görmesin kimseler bu saate kadar hala ayakta olduğumu diye odanın kapısını kapatarak uykusuz gecelere sebep olan bu günlerin farmville'i derecesinde bağımlılık yaratan hoşşşş bir oyun.
Oyunu şimdi uzun uzadiye anlatmayacağım bilen bilir, para kazandığınız sürece evinizi döşeyip istediğiniz gibi bir mekan yaratıyorsunuz kendinize.
Para kazanmanın da çeşitli yolları var iş bul çalış çalış kendini geliştir terfi al vs vs... Fakat alabileceğiniz evlerin eşyaların parasını ödeyebilmek için hanım hanımcık çalışıp para kazanmak zor. Normal hayatta uygulamamak şartıyla size bu işin inceliklerinden biraz bahsedeyim :)
Önce bir karakter oluşturulur, bayan ya da erkek. Diyelim ki bir bayan seçtik.
İş bulmak da güzel hoş fakat çalışmaya başladığınız zaman eve gelen misafirleri karşılamaya pek vaktiniz olmayacak. Fakat yine de eve gelen giden misafirleri iyi ağırlayabilmek için biraz eşyaya dolayısıyla onları almak için de paraya ihtiyaç var. Bu yüzden kapıya gelen gazetelerden uygun bir iş bulunur.
Eve bir adet tuvalet banyo yatak koltuk telefon fırın ve buzdolabı alınır. Bunlar olmazsa olmazlar.
İlk taşındığınızda hoşgeldinize gelen misafirler olacaktır hepsiyle biraz da olsa muhabbet etmek lazım tanışmadığınız kimseyi eve davet edemezsiniz telefonda.
Derken gözünüze kestirdiğiniz bir tanesiyle muhabbeti artırır ve fırsatını buldukça düzgün saatlerde çok da rahatsız etmeden misafirliğe çağırırsınız. Oyunlar espriler şakalar komplimanlar derken işi ilerletip evlenme teklif ederseniz - şanslıysanız ve gelen misafiri rahat ettirebildiyseniz - ilk teklifinizde kabul edilirsiniz.
Kabul edilmezseniz de pes etmeyin yeniden yeniden deneyin :))
Sabrın sonu selamet evlendiğinizde yeni kocanızın tüm mal varlığı da sizin evinize gelecek aile bütçeniz bir anda ikiye katlayacak :D harika değil mi?
Kompliman yapmadan aranızı iyi tuttuğunuz diğer arkadaşlarınızı da ev arkadaşı olarak evinizde kalmaya davet edebilirsiniz. Eh onlar da paracıklarla beraber gelirlerse tadından yenmez tahmin edersiniz :)
Tabii ev bu kadar kalabalık olursa nasıl yapacağız da nüfusu azaltacağız?
Tabii ki küçük ev kazaları!
Yazık ki elektronik kitaplarından çok fazla okuyup kendini geliştirmemişse elemanlar, herhangi bir müzik seti ya da tv bozulması halinde de tamirci çağırmak yerine kendimiz tamir edelim derlerse işte o zaman yandılar!
Yani gerçek anlamda yanacaklardır. Çünkü tamir edemeyince aygıtı bir anda yüzlerine gözlerine bulaştırırlarsa bir de eyvah bir anda kazara elektrik çarpar ve aygıtla beraber karakterimiz de oyundaki hayatına bir son verir.
Fırın da çok kaliteli değilse yanabilir. Evde yangın alarmı olmazsa ya da ev halkından kimse ahlanıp vahlanmayı seyretmeyi bi kenara bırakıp alo itfayeye haber vermeyi akıl etmezse adamcağız da yanar ne yapsın...
Çok acımasızca değil mi?
Tamam başka yöntemler önereyim.
Bir odaya kilitleyin çıkamasın. Nasıl kilitlenir? Odanın kapısı silinir olur biter :) Açlık susuzluk pislik bakımsızlık mutsuzluk her şey dibe vurur ve en sonunda acı bir şekilde can verir karakterimiz.
Bu da mı olmadı?
O zaman siz de paraya kıyıp bir havuz yapın bahçenize. Havuza da bir tramplen. Merdiven de koyabilirsiniz isterseniz. Ama karakteriniz havuza girdikten sonra çıkamaması için merdiveni mutlaka silmeniz lazım. Sonra unutun onu orada yüzsün dursun.
Boğulduktan sonra haberiniz olacaktır çünkü diğer olaylarda olduğu gibi ev halkı ağlayarak havuzun başına gideceklerdir yas tutmak için.
Tüm bu hazin ölüm vakalarının sonunda evdeki nüfus azalırken paraya bişey olmamakta fakat bahçedeki mezar taşı ya da kül saksısı sayısı artmaktadır.
Evet gerçekten acıklı.
Ama daha fenası da var. Bahçedeki mezar taşlarının başına gidip ağlayan ev halkının morali de bozuluyor onları hayallerinde yaşattıkları arkadaşları eşlerinden bir şekilde kurtulmanız gerek yoksa bir de bakmışsınız evde hayaletler dolaşmaya başlar.
Hiç dert etmeyin bunun için de harika bir çözümümüz var. Satıyorsunuz bu mezar taşlarını, hem aile bütçesine yarar hem de moraller tavan :)
The Sims'in güzelliklerini anlatmakla bitmez. Yaşadıkça öğreniyor insan :o)